SEYAHATNAME-2 ALMANYA DANİMARKA FİNLANDİYA

FRANKFURT-KOPENHAG-HELSİNKİ (Avrupa-1 yazısının devamıdır)
Ertesi sabah erken saatte tramvayla kuzey otoyolu Autobahn kavşağına vardık. Otoyola çıkıp elimizi kaldırıp beklemeye başladık. Bizden sonra yakınımıza genç bir kız ve oğlan gelip otostop yapmağa başladılar. Onlarca auto hızla geçiyor, ama sanki bizi görünce gaza basıp gidiyorlardı. İlerimizdeki çift aralarında konuştular ve kız yolda elini kaldırırken erkek 10 metre geri çekildi. Uzun sürmeden bir Mercedes auto durdu. O sırada oğlan da ortaya çıktı ve ikisi de o arabaya bindiler.
Ellerimiz yorulmuştu otosop yapmaktan, artık sırayla el kaldırıyorduk. Yolda otosop yapan iki genç öğrenciyi arabasına alan çıkmıyordu. Tam umudumuz kesilmiş ve şehre dönüp trene binelim diye konuşurken beyaz bir araba kuvvetli bir fren yapıp 100 metre ileride durdu. Bavullarla deli gibi koştuk o arabaya. Bizden biraz yaşlı, yakışıklı bir Alman ağabey bagaja bavullarımızı aldı. Sezo öne, ben arkaya oturdum ve yola çıktık.
“Adım Manfred Schwartz, fakat bana Blacky derler” dedi. Babasının Bielefeld şehrinde mobilya firması varmış, oraya gidiyormuş. Varlıklı birine benziyordu. Direksiyonunda 4 halka olan yepyeni bir Alman otomobil markası Audi’yi autobahnda çok hızlı sürüyordu. Sohbet ederek akşamüstü Bielefeld’e vardık. Blacky bize yemek ısmarladı ve şehrin kafe bar gibi birkaç mekanını gezdik. Güzel bir sütlü alman kahvesi içip Vestfalya çöreği yedikten sonra Audi’yle orman içindeki Jugendherberge Bielefeld’e gittik.
Alman arkadaşımız Blacky lakaplı Schwartz bizimle beraber otele geldi. O resepsiyonda kızla konuşurken biz otele şöyle bir göz atalım dedik. Bahçeyi ve havuzu gezip resepsiyona döndüğümüzde Herr Schwartz gitmişti. Vedalaşma imkanımız olmadı diye üzüldük. Ünlü karaormanların içindeki otelde uyuyup, sabah kahvaltımızı yaptık ve ödeme yapmak için resepsiyona indik.

MANFRED AGABEY BİZİ UTANDIRDI
Bir oda, iki kişi ve sabah kahvaltısı, ne kadar Deutsche Mark diye sorunca, resepsiyonist bayan: ”Nothing!” dedi ve devam etti: ”dün sizi buraya getiren arkadaşınız Herr Schwartz hepsini peşinen ödedi!” Tamamen şaşırdık kaldık! Hayatta böyle bir nezaket, dostluk ve cömertlik görmemiştik. Halbuki bizim aklımızda alman usulü diye “Alman karı koca tramvaya biner ve her biri kendi biletini öder” fıkrası vardı…
Bize birçok iyilik yapan alman ağabeye teşekkür edemeden Bielefeld Hauptbahnhof’tan Hannover ve Hamburg üzerinden Kiel trenine bilet aldık. Almanya’nın kuzeyindeki Baltık Denizi kıyısındaki Kiel’e vardığımızda akşam olmuştu.
Danimarka’ya kalkan son feribota bindik. Feribotta tanıştığımız Danimarkalı gençler, gemide Tax-Free mağazadan tütün ürünleri alıp Danimarka’da yüksek fiyata satabilirsiniz deyince onlar gibi biz de ikişer karton aldık. Gemi sabaha karşı Bagenkop limanına yanaştı. Gençleri takip edip, kapısı açık bir garajda sandalyede oturarak birkaç saat uyuduk.
TÜTÜN KAÇAKÇILARI VE POLİS
Sabahleyin Sezai gemiden aldığı iki karton tütünü çantacıda bir bavul ile değiş tokuş yaptı. Ben ise, tütün satan bir büfeye gidip, “alır mısınız?” diye ürünleri gösterdim. Sakallı amca bana uzun uzun baktı ve ”Bu yaptığınız kaçakçılık, istersem şimdi Polisi arayıp sizi içeri attırırım; ama bunları bana bırakırsanız gemiden aldığınız vergisiz fiyatı Danimarka kronu olarak öderim” dedi. Amca ne verdiyse saymadan aldık ve hızla uzaklaştık…
Lolland adasında Nakskov şehrinde Sezai’nin mektup arkadaşının evine gittik. Amacımız -ikram ederlerse- orada bir çaykahve içip başkent Kopenhag’a doğru yolumuza devam etmekti. Bahçeli villanın kapısını kibar bir amca açtı. ”Adım Harald, geleceğinizden haberim var. Kızım Lotta erkek arkadaşıyla gezmeye gitti, ama buyurun akşam yemeğine kalın” dedi.
LOTTA’NIN EVİNDE YATTIK
Sezai ile birbirimize baktık! Tabii ki bu nazik daveti kabul ettik ve Lotta’nın babası, annesi ile biz dördümüz sofraya oturduk. Bielefeld’den sonra ilk defa sıcak yemek yediğimizi söyleyince kadıncağız yemekten sonra masaya yuvarlak bir yaş pasta getirdi ve biz hepsini yedik. Harald bey: ”evimizde boş oda var, bu gece bizde yatabilirsiniz, yarın sabah ben araba ile Kopenhag yönüne gideceğim, sizi de yanıma alabilirim. İsterseniz ailemizin Kastrup havaalanı yakınındaki yazlığında birkaç gün kalabilirsiniz” deyince sevindik ve -tabii ki memnuniyetle! dedik.

KOPENHAG’DA YAZLIK
Lotta’nın babası Harald sabah erkenden bizi uyandırdı. Evdekiler hâlâ uyurken üçümüz yola çıktık ve iki saatlik bir yolculuğun ardından Solrödstrand’daki yazlığa vardık. Harald Bey, kapının altındaki gizli bölmeden anahtarı aldı ve iki odalı yazlığa girdik. Bize evi tanıttıktan sonra, “İlerde güzel bir kumluk sahil var, gidip bakın. Kopenhag merkeze de trenle yarım saatte gidebilirsiniz. Çıkarken etrafı temizlersiniz ve anahtarı yine kapının altına bırakırsınız, hey hey,” diyerek gülümsedi ve ayrıldı.
Yazlığın banyosunda kirli çamaşırlarımızı yıkadık. Ardından rüzgârlı ve bomboş sahilde yürüyüş yaptık, yakındaki Kopenhag Kastrup Havalimanı’na inen uçakları seyrettik ve sonra trene binerek şehir merkezine gittik. Kopenhag derli toplu ve şirin bir başkentti. Şehrin simgesi olan bronz Deniz Kızı heykelini gördük ve içinde renkli bir lunapark bulunan Tivoli Gardens bahçelerini gezdik.
Ertesi sabah, yol arkadaşım Sezai ile giysilerimizi ütüleyip yeniden merkeze indik. Dansk Cafe adlı mekânda kahve içip sohbet ettik. Harald Bey’in yemeğini yemiş, evinde yatmış olmamız; bizi arabasıyla Nakskov’dan 160 km uzaktaki yazlığa getirerek “Burada birkaç gün kalabilirsiniz” demesi bizi mahcup etmişti. Bu iyiliklere nasıl teşekkür edebileceğimizi düşündük.
Onun bu olağanüstü misafirperverliği bize, Münih’te Nymphenburg Sarayı personel dairesinde bizi üç gece ağırlayan Alman Ernst Götz amcayı; Frankfurt otobanında otostop yaparken bizi yeni Audi’sine alıp Bielefeld’e götüren, akşam karnımızı doyuran ve üstelik Jugendherberge gençlik otelindeki hesabımızı ödeyen mobilyacı Manfred Schwarz ağabeyi hatırlattı.
Akşamüstü büyük bir marketten yiyecek alırken Türk malı Paşabahçe bir sürahi görünce hem şaşırdık hem de sevindik! Kaldığımız yazlıkta bardak, fincan ve kadeh vardı ama sürahi yoktu. Arkadaşıma “Ne dersin, teşekkür niyetine sürahiyi alalım mı?” diye sordum. Sezai, “Tabii ki, iyi fikir,” dedi. Böylece yazlığa bırakmak üzere sürahiyi aldık.

NYHAVN LİMAN RESTORANLARI VE TUBORG
Kopenhag’ın başlıca görülecek yerlerinden, balıkçı tekneleri ve restoranlarla dolu tarihi Nyhavn Limanını gezdik. Ardından Kopenhaglı gençlerin tavsiyesi üzerine ünlü Tuborg bira fabrikasını ziyaret ettik. Fabrika rehber eşliğinde, gruplar halinde yarım saatte geziliyor ve turun sonunda konuklara bira ikram ediliyordu. Biz alkolsüz birayı seçtik; ancak salona sinmiş, üre kokusunu andıran o keskin bira kokusu bizi rahatsız etti. Birer fırt alıp çıktık.
STOCKHOLM GEMİSİNİ KAÇIRDIK, FİNLANDİA’YA BİLET ALDIK
Rejsebureau acentasına girip İsveç’e ve oradan da Finlandiya’ya gideceğimizi söyleyip Stockholm ve Helsinki’ye bilet sorduk. Bilet acentasındaki güler yüzlü, tombul bir teyze bize Stockholm’a giden geminin az önce kalktığını söyledi. Ancak bu akşam araba vapuru gibi olan feribotla iki saatte Malmö’ye geçip oradan gece treniyle Stockholm’e ulaşabileceğimizi belirtti. Ardından ekledi: “Ama size yarın öğlen Helsinki’ye kalkacak olan “Finlandia” adlı yepyeni feribotu tavsiye ederim!”

Bunun üzerine Helsinki’ye direkt giden bu gemiden uygun fiyata pullman koltuklu öğrenci biletlerini aldık ve şehir merkezinden 30 km uzaklıktaki yazlığa döndük.
Danimarka’daki son günümüzde Harald Bey’in yazlığının içini ve bahçesini temizledik. Sürahiyi masanın üzerine koyup paketin üstüne İngilizce olarak “Thank you for everything – Her şey için teşekkürler” yazdık. Kapıyı kilitleyip anahtarı yerine bıraktık ve gemiye binmek için şehre gittik. Skandinavienkai rıhtımından Finlandia adlı devasa gemiye bindik. Yolcuların çoğu Finlandiya’ya dönen Finliler ile Alman ve Danimarkalı turistlerdi.

YEPYENİ BİR GEMİ M/S FİNLANDİA
Gemide çok sayıda genç olduğundan bir buçuk gün süren yolculuk su gibi geçti. Yanımızdaki birkaç Şile bezi elbise ile incik boncuk süsleri geminin kafeteryasında sattık. Böylece hem yükümüz azaldı hem de iki yüz Mark kazandık. Geceyi pulman koltuklarda uyuyarak geçirdik.
Bu yolculuktan aklımda ilginç bir hatıra kaldı. Gemideki Finli gençlerden bize birkaç kelime Fince öğretmelerini istemiştik. Onlar da bir kâğıda “Merhaba”, “Nasılsın?”, “Teşekkür ederim” gibi sözlerin Fince karşılıklarını yazıp bize verdiler.

Ertesi gün gemi, adaların arasından Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye yaklaşırken güverteden muhteşem manzarayı seyrettik. Helsinki limanında pasaport polisinin yanına vardığımda, dün Finli gençlerin yazdığı kâğıda bakarak “Merhaba – Voi että” dedim. Polis bana şaşkın bir bakış atıp İngilizce, “Ne dedin?” diye sordu. Ben de elimdeki kâğıdı göstererek, “Hello demek, Fin dilinde Voi että değil mi?” diye sordum.
Polis memuru gülümseyerek, “Bak genç, biri sana eşek şakası yapmış. O söylediğin ‘Vay canına!’ demek. Ayıp bir söz değil ama selamlaşmada kullanılmaz. Fincede ‘merhaba’nın karşılığı Hei veya Terve’dir,” dedi. Anlayışlı bir memura denk gelmiştim; tersleme ihtimali de vardı…
Eteläsatama, yani Güney Limanı’ndan yürüyerek 1952 Helsinki Olimpiyatları’nın yapıldığı Olympiastadion’un kulesi ve altın madalyalı Finlandiyalı atlet Paavo Nurmi’nin heykelinin yanındaki Nuorisomaja – Youth Hostel gençlik oteline vardık. En uygun fiyatlı, 6–8 kişilik ranzalı odaya kayıt yaptırdık ve bavulları bırakıp dışarı çıktık.
Helsinki’den ilk izlenimimiz şöyleydi: Kente serpiştirilmiş geniş yeşil parklar, onları çevreleyen yaklaşık 100–200 yıllık, neoklasik mimariyi andıran devlet binaları ve onların arasında yükselen daha modern yapılar…
Boşuna Finlandiyalılar Helsinki’ye “Baltık Denizi’nin güzel kızı” dememişler! Biraz Alman şehirlerini andıran Helsinki’nin kıyıları ve ada manzaraları, şehre eşsiz bir doğal güzellik katıyordu.

Copyright © 2021 All rights reserved – Tüm hakları saklıdır

2 Yorum
edip egeli
yazılarını okuyorum çok güzel ..
ismofintur
Sağ olun Edip bey! Diğer enteresan olaylar: Avrupa’da gurbetçi, Misafir tosbağa, Hacettepe Helsinki, Korona pozitif vs. Aslında ara sıra ekismo.com girip tüm yazıları okuyabilirsiniz. Tandıklarınıza da önerebilirsiniz.